8 Kasım 2012 Perşembe

Geçiş Mevsimi


      Hayatımın siyah ve beyazlara ayrışmasını seviyorum. Keskin hatlar olmalı; doğrularla yanlışlar, iyilerle kötüler farklı yerlerde durmalı. Çizgileri belirlenmiş bu hayat, kolay olan. Karışmış, arada kalmış, ne olduğu kesinleşmemişlere, -grilere- yer vermek bana göre değil.

      Ancak her sonbahar geldiğinde bütün siyah beyazlar karışıyor. Sokaklar sarardıkça hayat grileşiyor benim için. Görüşüm bulanıklaşıyor. Belkiler çoğalıyor gittikçe. Yanlışlar doğrulardan ayrılamıyor kolayca. Belki doğrudur diyorum belki yanlış. Her şey bu kadar karışmışken nasıl bileceğim ki?

      Yapraklar kurudukça kırılganlaşıyor. Ufacık rüzgârlar gökten yaprak yağdırıyor. Üzerinden yürüyüp geçtiğimde çıtırdayan yapraklar kadar kırılganım şimdi. Tahammülüm yok eskiden iyi olana, aynı zamanda anlayabiliyorum her kötülüğü. Kırılıyorum, parçalanıyorum ve en fazla bir çıtırtı kadar ses çıkarıyorum.

      Sonbaharla birlikte soğuk yağmurlar geri geliyor. Islanmaktan korkan insanlarla dolu etrafım. Biraz ıslansak kim olduğumuz ortaya çıkacak belki. Kuşandığımız zırhlar paslanacak, yüzümüzü değil kimliğimizi maskelediğimiz makyajlarımız akacak. Kim olduğumuz ortaya çıkmadan duracak yağmurlar. Hiçbir zaman o kadar uzun sürmez sonbahar.

     Sonbahar geçiştir benim için: Yeşilden sarıya, sarıdan kızıla. Hava sıcaktan soğuya geçer yavaş yavaş, alıştıra alıştıra. Ruh halim için de geçiştir sonbahar. Kırılgan yapraklardan buz tutmuş ağaçlara.

     Siyahlarla beyazlar karıştı çoktan. Her yer grileşiyor. Korkmuyorum sonbahardan. Neyse ki her sonbahardan sonra bembeyaz kış geliyor!

1 Kasım 2012 Perşembe

İşaretler


     Kitap okurken sayfalara farklı sebeplerle farklı işaretler koyarım.  Benim sistemimi bilen biri kolaylıkla okur işaretleri. İlk defa duyduğum, anlamını merak ettiğim ya da daha sık kullanmak istediğim kelimeleri yuvarlak içine alırım. Bazı cümlelerin üzerinden düşünmek isterim. Altı çizilmiş bir, en fazla iki cümle… Bir de paragraflar var, altı çizilmiş ve minik bir yıldızla işaretlenmiştir ki sonradan o kitaba döndüğümde o paragrafı gerçekten beğendiğimi hatırlayabileyim.

     İşaretlenen yerler kitabın okunduğu zamana göre değişebildiği gibi anlamları ve hissettirdikleri de değişebiliyor.

     Okuduğum dönemde iş dolayısıyla yerimden kımıldayamadığım için yola, yolculuğa hatta kaybolmaya özlem duyduğumu yüzüme vuran satırların altını tek tek çizdiğim, çoğunu yıldızla pekiştirdiğim bir kitabıma* yeniden baktım.

  • “Hayret! Bunlar eskiden yoktu. İnsanlar eskiden kaybolmaktan bu kadar korkmazlardı,” dedi içinden. “Kaybolmanın insanı zenginleştiren serüvenlerine olanak tanırlardı; yazık, bazı şeyleri kaybolmadan öğrenemez ki insan!” diye hayıflandı.
  • Yolculuklar yerküreyi birbirine yaklaştırır. İnsanları birbirine yaklaştırır. İnsanı kendine yaklaştırır. 
  • Büyük yolculuklar, büyük kopmaları göze alan yalnızlar içindi.
  • Bir yerden bir yere giderken alınan yaralara ise başka yollar çare olur.
  • “Hiçbir yerde huzur bulamamak bazılarının kanında vardır,” demişti. “Hiçbir yeri yurt tutamaz böyleleri. Kanları hep başka yerlere akar. Onları hayallerinin ardından gider sanırsınız çoğu kez; oysa sadece kanlarını kovalarlar.”

Ben yolda huzur bulan, kayboldukça öğrenen, kayboldukça kendini bulanlardanım.  Bir yerde uzun süre kalınca kanı yol çekenlerdenim. Büyük küçük tüm yolculukların öğrettiği bir de gerçeği var hayatımın: İnsanın kanı yol çekti mi, fazla beklememeli.

*Murathan Mungan Şairin Romanı